X
Kaynak

Kürtlerin içinde bulunduğu ortam hakkındaki düşünceniz nedir?
Genişlet
Tarih: 23 Şubat 2016
Kategori: İman
1,767 Kez İzlendi
3 Beğeni
Favorilere Ekle
Soru
Kürtlerin içinde bulunduğu ortam hakkındaki düşünceniz nedir?
Sorunun Orijinali
Hocam sizin derneğinizi severim. Kürtlere yapılan katliamlarla ilgili neden sizde tepkinizi göstermiyorsunuz?
Cevap
+Büyüt-Küçült

Hayat baştan sona bir imtihandır. Her zaman için iki taraf vardır ve herkes hangi tarafta durduğuna bakmalıdır. Ya Allah’tan, peygamberden ve kendimizden yana tavır koyar ya da ters tarafta durup şeytandan yana tavır koyarız. Bununla beraber bir de tercihini yapamamış, arada kalmış insanlar vardır. Onlar bir o tarafa bir bu tarafa sallanırlar.

Belki anlatırken hep insan olmayı, Hz. insan olmayı ve Allah’tan yana durmayı anlatıyoruz. Yani Allah’ın dinine yardım etmeye, peygambere tâbi olmaya ve ona benzemeye davet ediyoruz. Allah’ın vahyini taşımaya davet ediyoruz.

İnsan ya zalimdir ya da mazlumdur. Mutlaka ikisinden biridir. Bu bütün insanlar için böyledir.

En büyük zalim kimdir?

-En büyük zalim Allaha şirk koşan, kendini bilmeyen, ebedi hayatı ve rabbini bilmeyendir.

Peki, insan rabbini bilmeyince ne olur? 

-Kendini Allah’a şirk koşar, kendini ilah zannedip Allah’tan başka, Allah adına hüküm verir.

Allah’ın hükmü nedir, Allah’ın emri nedir deyip bunu anlamaya çalışmak yerine, Allah’ın hükmüyle kendine hükmetmek yerine ya da başkaları için hüküm vermek yerine, hükmü kendisi verir ya da başkalarının hükmüyle hükmeder. Hem kendisi için hem de başkaları için kararı öyle verir, bakışı onlara göre olur. Bu durumda kime göre bakıyor, kime göre anlıyor, kime göre hüküm veriyorsa ona tapmış olur, ona ilah, ilahım, rabbim demiş olur.

Mazlum, zulme uğrayandır. Kişi ya kendi kendine zulmeder ya da şeytan ona zulmeder. Şeytan onu yoldan alıkoymuş, Allah’tan uzaklaştırmış ve ona zulmü işlettirip yanlış yaptırdıysa ona zulmetmiş demektir. Her hâlükârda mazluma yardım etmek gerekir. Eğer o kişi mazlum konumundaysa yardıma muhtaçtır.. O, başkalarına zulmetse bile bizim ona bu şekilde yardım etmemiz gerekir. Resulullah (s.a.v) Efendimiz; ”Zalime de yardım edin, mazluma da yardım edin.”[1] buyurdu. Bizim de bütün derdimiz mazluma yardım etmektir. Onu nefsinin, şeytanın ve başkalarının zulmünden kurtarmaktır. 

Mazluma nasıl yardım etmemiz gerektiğini zaten biliyoruz. Peki, zalimi yaptığı zulümden nasıl alıkoyabiliriz? - Zalimi zulmünden alıkoymanın tek bir çaresi vardır. Ona zulmettiğini, yanlış yaptığını söylemekle iş bitmiyor. Önce ona “Sen kendine zulmediyorsun, cehenneme yuvarlanıyor ve kendini ateşe ve Allah’ın gazabına atıyorsun” demeliyiz.

Zulmeden kişi kendini Allah’ın gazabına atar. Allah onu affeder mi? Affetmez; çünkü öncelikle onun kendini affetmesi, kendine zulmetmemesi ve kendini Allah’ın gazabından, ateşinden ve azabından korumaya çalışması gerekir.

 Onun için Allah ayeti kerimede: “…Kendinizi ve ehlinizi, (aile efradınızı) yakıtı taşlar ve insanlar olan ateşten koruyun …”[2] buyurdu. Bakacağız kendimizi ve ehlimizi ateşten koruyor muyuz, korumuyor muyuz? Eğer korumuyorsak bu durumda hem kendimize hem de aile efradımıza zulmetmişiz demektir.

Peki, kendimizi nasıl korumamız gerekir?

- Benim rabbim Allah’tır dememiz ve aile efradımıza da aynı şeyi söylememiz gerekir. Onlara;  “Bizim rabbimiz Allah’tır. Bize düşen rabbimizi dinlemek, ona kul olmak, âbd olmaktır. Rabbimize itaat etmek; dolayısıyla onun Resulüne tâbi olup onu örnek almaktır. Gönül ve ahlak itibarıyla ona benzemeye çalışmaktır.” demeliyiz.

Allah, Resulullah ( s.a.v ) Efendimiz için: ”Seni âlemlere rahmet olasın diye gönderdim. Sen azim bir ahlak üzeresin.”[3] buyurdu. Eğer biz de ona benzeyeceksek bizim de insanlara, insanlığa rahmet olmamız gerekir. Elbette önce kendimize, ailemize sonra ulaşabildiğimiz herkese rahmet olmaya çalışmamız gerekir ki Resulullah (s.a.v) Efendimiz’e tâbi olmuş ve ona benzemiş; dolayısıyla Allah’a yakın olmuş olalım.

Kendi kendimize çareler üretmeye çalışıyoruz  “İşte böyle bir zulüm var, hep beraber ona çare üretelim.” diyoruz.

Peki, hep beraber çare üretelim de nedir çaresi?

-Çare, birbirimizi öldürmek mi, birbirimizden nefret etmek mi? Kin, haset, düşmanlık üretmek mi, yakıp yıkmak mı? Eğer bunu böyle düşünüyorsak şeytanın peşine vermişiz, şeytan bize akıl hocalığı yapıyor ve yol gösteriyor demektir. Zaten onun istediği de budur.

 Onun için Allah ayeti kerimede: “ Kullarıma söyle; (bana kul olanlara, kul olmayı kabul edenlere söyle) sözün en güzelini söylesinler, yoksa sonra şeytan onların aralarını bozar (onları birbirine düşürür, onlara kavga ettirir)…”[4] buyurdu.

Eğer sorun, sıkıntı ve zulüm bitsin, rahmet insin istiyorsak yapmamız gereken şey nedir?

- Yapmamız gereken şey; mülkün, dünyanın, ahiretin ve aynı zamanda yaratılmış bütün mahlukatın Allah’a ait olduğunu ve hepsinin Allah’ın kulu olduğunu unutmamak ve ona göre muamele etmektir.

İnsan; eşref-i mahlukat, kulların ve varlığın en şereflisidir. Allah kuluna bu şerefi bahşetmiş ve onu kendisine halife olsun diye yaratmıştır. Bütün varlığı ve mahlukatı da kulunun hizmetine vermiştir. Zira Allah ayeti kerimede: “Yerde, gökte, ikisinin arasında her ne varsa hepsini insanın hizmetine verdim…”[5] buyurdu.  Hepsi insan için hizmetçi, hizmetkâr; yani hizmet eder durumdadır.

 Allah’ın da insan üzerinde bir muradı vardır. Allah’ın insan üzerindeki muradı; kulunun kendisine âbd olmasıdır. Allah: Ve ma helaktu cinne vel inse ilel yağbudu [6] buyurdu; yani “Ben cinleri ve insanları yalnız bana âbd olsunlar diye yarattım.” dedi. Cinlerden mü’min olmayanlar ve âbd olamayanlar şeytan oldu, şeytan olur. İnsanlardan da Allah’a âbd olmayanlar, şeytana tâbi olur ve ona arkadaş olurlar. Sonra da onlar gibi şeytan olurlar. Onlar beden itibarıyla zahiri olarak insan gibi görünür; ama Allah onlara şeytan dedi.

Eğer insanlar Allah’tan yüz çevirirse ve Allah’ın kulları üzerinde muradı gerçekleşmezse ne olur?

-Allah onlardan rahmetini çeker, rahmetini çekince de geriye zulüm, zulmet ve karanlık kalır; yani insanlar Allah’ın rahmetinden ve nurundan mahrum kaldıkları için karanlıkta kalır ve ne yapacağını bilemez halde savrulup birbirlerine düşerler.

Eğer zulmün bitmesini istiyorsak kavganın ve savaşın bitmesini istiyorsak Allah rahmetini indirsin istiyorsak insan olarak, insanlık olarak yapmamız gereken şey Allah’a dönüp tövbe etmek, “Ya rabbi sana döndüm” demek, Allah’ın rahmetinin inmesine vesile olmak, Allah’ın rahmetini celbetmektir. [7] Yoksa böyle suni tedbirlerle ya da başka fikir ve düşüncelerle zulüm bitmez. Hiçbir zaman bitmez.

 Allah rahmetini indirince ne olur?

-Birbirimize rahmet ve merhamet ederiz, birbirimizi severiz ve ikram ederiz. Bunu sadece mü’min ya da Müslüman, Kürt veya Türk, Arap ya da İngiliz olarak değil, insan olarak yapmalıyız. O ki insandır, rahmet onun gönlüne indiğinde kendine rahmet eder, merhamet eder; dolayısıyla insanlara rahmet ve merhamet eder.

Allah ayeti kerimede: “Yeryüzündekiler birbirine merhamet etmezse Allah onlara rahmet etmez, rahmetini indirmez.”[8] buyurdu.

Allah rahmetini çekince ne olur?

-Düşmanlık olur, kaos[9] olur, zulüm olur, ölüm olur, isyan olur, feryat olur.

Dünya’nın hali ortadadır. Bunun bir tek sebebi vardır;  insanların Allah’tan yüz çevirmesi ve Allah’ın, rahmetini aralarından çekip almasıdır.

Allah’ın indirdiği bütün dinlerin ismi barıştır. Allah kullarına barışı emretmiştir.  İslam; silm[10] barış demektir.

Barış olsun istiyoruz. Peki, olsun; ama kiminle barış?

-Önce kulun Allah ile barışması, barışık olması gerekir. Sonra kendisiyle peygamberiyle Allah’ın kitabıyla Kur’anla barışık olması gerekir. İnsanların birbiriyle bütün mahlûkatla ve Allah’ın tâbi tuttuğu imtihanlarla barışık olması gerekir. İşte barış böyledir.

Böyle olunca ne olur?

-İnsanlar birbirini sever ve birbirine ikram eder. Kişinin gönlünde kin, haset, nefret varsa “Barışı sağladık, silahlar sustu, kimse kimseyi öldürmüyor.” deseler bile barış olmuş olmaz. Bu durumda barış sadece görünürde ve dışardadır, içerdeki savaş devam eder. Kin, nefret, haset ve düşmanlık devam eder.

 Onun için Allah’a kul olanlar Allah ile kendisi ile barışıktır; dolayısıyla Allah’ın kullarına, bütün insanlara bir gözle bakar; yani onlara ‘Allah’ın kulu’ olarak bakarlar.

Allah insanı yaratmışsa mutlaka üzerinde bir muradı vardır. Allah muradını “Bana âbd olsunlar diye”[11] beyan etmiştir. Aynı şekilde: “ Allah ölümü ve hayatı yarattı ki, hanginiz daha güzel yaparsınız diye.”[12] buyurdu. Demek ki herkesin vazifesi Allah ile güzel yapmakmış. Güzel yapıp güzel olmak, Allah’ın güzelliğini ve sevgisini kazanmakmış.

Ebedi hayatın hesabını yapanlar böyle düşünür ve böyle bakar. Yoksa “Şu doğru yapıyor, şu yanlış yapıyor, hiç kimse doğru yapmıyor.” demezler. Doğru yapanlar;  Allah’a kul olmaya, onun hesabını yapmaya çalışanlardır. Allah’ın mülkün sahibi olduğuna, kendi sahibi olduğuna, karşısındaki insanların ve bütün varlığın sahibi olduğuna iman edenlerdir.

Allah’ın her bir insan üzerinde bir muradı vardır. Allah’ın hesabını yapan kişi, insana muamele ederken değil onu öldürmek, ona zulmetmek;  gönlünü ve kalbini dahi kıramaz, kırmaya cesaret edemez; çünkü bilir ki kırdığı o gönülden Allah’ın gazabını alır. Hiç böyle bir insan başkasına zulmedebilir mi, kalbini kırabilir mi? Ona karşı edebe aykırı bir harekette bulunmaz; çünkü o, İnsana muamele ederken Allah’ın hesabını yapar, Allah’ın kendisini gördüğünü bilir. Allah’ı tanır ve bilir.

 Onun için kişi önce insan olmaya çalışmalıdır; yani beşer olmaktan kurtulup Hz. insan olmaya çalışmalıdır. Kendine, insanlara ve varlığa bakarken hepsinin Allah’a ait olduğunu, Allah’ın onlar üzerinde bir muradının olduğunu anlamalı ve bunu tatmalıdır. Yoksa kişi tefrika[13] yaparsa “Ben” derse “Biz” derse; yani ırkçılık yaparsa Kürt, Türk, Laz, Arap derse veya “Benim cemaatim, benim mezhebim, benim tarikatım, benim yolum” diye dinde ırkçılık yaparsa Allah’ın hesabını yapmamış olur. Dindeki ırkçılık, diğer ırkçılıktan daha beter ve daha kötüdür; yani bu daha da ağır bir zulümdür. 

Allah eşyayı ve her neyi yaratmışsa nereye koymuşsa onu oradan alıkoymamız ona zulüm olur; yani eğer insanı, Hz. insan olarak görmekten vazgeçer, görmezden gelirsek insana en büyük zulmü yapmış oluruz. Allah’ın dünyaya bizi imtihan için gönderdiğini; yani kazanma imkanı tanıyıp kazanmamızı istediğini, kazanırken birbirimize yardım etmemiz ve birbirimiz üzerinden cenneti kazanmamız gerektiğini unutursak kendimize zulmetmiş oluruz. Onun için insan, insan için cennet de olur cehennem de.

 Eğer kişi karşısındakine yardım eder, onun gönlünü yaparsa ona doğru yolu, sırat-ül müstakimi gösterir ve hatırlatırsa ona onun layık olduğu değeri, kıymeti ve şerefi verirse; onunla Allah’ın rızasını, rahmetini, sevgisini ve yakınlığını kazanır. Tam tersine ona bunları unutturursa herhangi bir varlık gibi ona bakarsa onu etten, kemikten bir varlık olarak görürse veya en kötüsü düşman olarak, şeytan gibi görürse; ona zulmederse hakaret ederse ve kalbini kırarsa oradan da Allah’ın gazabını alır. Bu durumda o kişi Allah’tan uzaklaşır, insan olmaktan uzaklaşır. 

Mutlaka herkes yaptığının karşılığını alır. Eğer kişi insana ve mahlukata karşı güzel yaparsa kazanır, yanlış yaparsa da kaybeder. İşin özü budur, hakikat böyledir. Yoksa kişi Allah’tan bağımsız olarak bir fikirde, bir düşüncede bulunursa bu Allah’a karşı yapılmış en büyük edepsizlik, en büyük saygısızlıktır. Kişi, “İşte, bence böyledir.” dememelidir. O kişi kul olduğunu kabul ediyorsa Allah’a göre olanı da kabul etmek zorundadır. Yoksa insan olmaktan çıkar ve ilahlık iddia etmiş olur. Her kim hangi fikirde, düşüncede, dinde, mezhepte veya cemaatte olursa olsun bu böyledir.

Mutlaka önümüzde bir ölçü vardır. Allah bizden Resulullah ( s.a.v ) Efendimiz ve peygamberler gibi bir kul olmamızı istiyor. Zira Allah ayeti kerimede: ” …İşte size örnek, (Bunun gibi olmanızı istiyorum.)  o sizin için en güzel örnektir.”[14] buyurdu.

 Resulullah (s.a.v) Efendimiz’e iman edenlerin; yani onu örnek, önder ve rehber olarak kabul edenlerin nasıl olması gerekir?

-O nasıl ki alemlere rahmetse onu kabul edenlerin de insanlara ve alemlere rahmet olmaya çalışması lazım.  Nasıl ki Allah Peygamber Efendimiz ( s.a.v ) için “ Sen azim bir ahlak üzeresin. Mü’minlere karşı rauf ve rahimsin.”[15] dediyse; bir kul da Resulullah( s.a.v ) Efendimiz’i kendine örnek olarak kabul etmişse onun gibi olmalıdır. Eğer örnek olarak kabul etmemişse peygamber olarak da  kabul etmemiştir. Kimi kendine örnek olarak kabul ediyorsa onun peygamberi de o demektir. Bu durumda kıyamet günü  “Benim peygamberim Hz Muhammed (s.a.v) dir.” diyemez.

Eğer kişi peygamberini örnek almamışsa; rahmet olmamış, hidayet olmamış, hayır olmaya ve insanları cennete çekmeye çalışmamışsa kendine yapılan her türlü haksızlığı, zulmü affedip “yeter ki insanlar Allah’a iman etsin, kurtulsun, cennete gitsin” diye çalışıp böyle bir hoşgörüye sahip olmamışsa peygambere tâbi olmamış demektir.

Kulun, Hz. insan olabilmesi için; önce Allah’a kul olmayı, âbd olmayı kabul etmesi lazım. Resulünü de kendine örnek, önder ve rehber olarak kabul etmesi lazım ki ona tâbi olmuş olsun. Kul, gereğini yapmaya çalışırsa Allah’a ve Resulüne yaklaşır. Eğer başkalarını kendine örnek almış, başkalarına tâbi olmuşsa tâbi olduğu, onun peygamberi ve ilahı olmuş olur. Bu durumda o, rabbini, peygamberini, ebedi hayatını ve insan olmayı kaybeder.

 Onun için Allah ayeti kerimede : “Allah’ın ayetlerini dinlemeyenler, yalanlayanlar, ciddiye almayanlar, duymamış gibi, anlamamış gibi yapanlar hayvan gibi hatta hayvandan daha aşağıdır…”[16] buyurdu. Evet, Allah katında hayvan gibi hatta hayvandan daha aşağı konuma düştü; yani insanlığını kaybetti.

Eğer biri insanlığını kaybetmişse ondan adalet ondan rahmet beklenir mi, ondan hayır, ondan güzellik beklenir mi? - Beklenmez.

Bununla beraber mazlumun dini sorulmaz, aç olanın dini, yolunu kaybedenin dini sorulmaz.

Bize düşen, mü’mine düşen nedir?

- Elbette ki mazluma yardım etmek; ama Allah’ın emrettiği gibi, Allah’ın sevdiği gibi. Bu durumda aç olanı doyurmak lazım, ona ikram etmek lazım. Ona hangi dinde olduğu sorulmaz; çünkü o insandır! Önce doyurmak sonra yolu göstermek lazım

Tercih kula aittir. Hiç kimse kimseyi herhangi bir konuda zorlayamaz; çünkü Allah, kulundan kendi iradesiyle iman etmesini, kendisini tercih etmesini ister; yani tercihi kula bırakmıştır. 

Allah ayeti kerimede buyurdu: “Zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur.” [17] İsterse Müslüman olmasın; yani Yahudi olsun, Hristiyan olsun, Mecusi[18] ya da başka bir şey olsun eğer zalim değilse,  zulmetmiyorsa o kişiye düşmanlık yapılmaz. Allah bu ayetle zalimi de anlatmış oldu. 

Allah, zalimin zulmünü de beyan etti: “Eğer onlar sizi öldürmeye, yurdunuzdan çıkarmaya çalışıyorlarsa ya da onlara yardım edip destek olurlarsa işte onlar zalim ve düşmandır.”[19] Artık kulun yapabileceği bir şey yoktur; ancak onlara düşmanlık yapması gerekir. Yoksa kişi karşısındakinin dininden, ırkından, mezhebinden, herhangi bir halinden veya küfründen dolayı düşmanlık yapamaz, düşmanlık olmaz. Allah çizgiyi çizmiştir. Yakın durmak gerekir ki yardım edebilelim. İnsanın kardeşine bakışının böyle olması gerekir. 

İnsanlar birbirleriyle muhatap olurken, önce Allah ile muhatap olduklarını unutmamalıdırlar; çünkü Allah kuluna yapılan muameleyi kendisine yapılmış kabul eder. Kul hakkını da böyle anlamak gerekir. Eğer birlik, beraberlik ve kardeşlik olmazsa şeytan araya girer, düşmanlığı ve fitneyi araya koyar, bizi birbirimize düşürür. 

Oysa ki Allah ayeti kerime de: ”Sizin düşmanınız şeytandır (iblistir)”[20] buyurdu.  İnsan insanın düşmanı değil dostudur, kardeşidir. Resulullah (s.a.v) Efendimiz; ”Hepiniz Âdem’densiniz. Hz. Âdem de topraktandır. Hiç kimsenin kimseye üstünlüğü yoktur, üstünlük takvayladır. “ [21] buyurdu.

Aynı zamanda bir gayrimüslim de bizim için cennete vesile olabilir. Eğer ona hidayeti gösterir ve ikram edersek bizim üzerimizden İslam’ı, peygamberini ve peygamberinin tavrını sever ve iman etmiş olur. Biz onun için cennete vesile oluruz o da bizim için cennete ve Allah’a yakınlığa vesile olur. Aslında insanı böyle görmek ve böyle anlamak gerekir. Yoksa insan; kardeşini hesaba çeker, eleştirir, çekiştirir, yerer ve düşman gibi görürse onu şeytanın yerine koymuş olur. Yani İnsana şeytan demiş olur ki bu, Allah’a ters düşmektir.

Tek düşmanımız şeytandır. İnsan insan için cennet de olur cehennem de olur. Bu tercihi insan kendisi yapar. İnsan insana rahmet olunca, hayır olunca, ikram olunca, güzellik olunca,  af ve mağfiret olunca insan insana cennet olur. Eğer ona eziyet olursa cefa olursa zulüm olursa hakaret olursa küfür olursa düşman olursa o da ona cehennem olur. İnsan kendi tercihini kendisi yapar. Onun için herkes neyi tercih ettiğine baksın; o, insanlar için cennet mi yoksa cehennem mi oluyor; aynı şekilde insanlar onun için cennet mi, yoksa cehennem mi oluyor?  Cehennem olmuşsa şeytanın vazifesini yapmıştır, cennet olmuşsa Resulüne tâbi olmuş ve peygamberinin vazifesini yapmıştır.

Allah bizi mazluma düşmanlık yapmaktan muhafaza eylesin inşallah. Allah bizi insanları kardeş olarak bilenlerden eylesin. Bizi bir ve beraber eylesin inşallah. Allah bizi birbirimiz için cennet ve cennete vesile olanlardan eylesin.  Allah bizi takva sahibi eylesin inşallah.



[1] Mişkat-ül-mesabih


[2] Bakara/24


[3] Enbiya /107; Kalem /4


[4] İsra/53


[5] Lokman/20


[6] Zariyat/56


[7] Getirme, kendine çekme


[8] Tirmizi, birr, 16 (1925)


[9] Karışıklık, kargaşa


[10] Yardım, bilgi


[11] Zariyat/ 56


[12] Mülk/2


[13] Ayrılma, anlaşmazlık


[14] Ahzab/21


[15] Kalem/ 4; Haşr/10


[16] Araf/179


[17] Bakara /193


[18] Ateşe tapan


[19] Bakara/ 85


[20] Fatır/6


[21] Ahmet bin Hanbeli, Hz. Muhammedin Evrensel Mesajı, s.391

Yorumlar
Yorum Yok
Yorum Yaz
Şimdi Gönder
Bize Ulaşın
Hakkımızda
Diyar tv

iletisim@soruvesorunlar.com

0312 336 70 48

Unutmayın;

"Cevabı olmayan hiçbir soru yoktur"

Muhammed Hüseyin (R.A)

Bu proje bir

soruvesorunlar.com 2015