Aşk insanı pişirir, muhabbet insanı pişirir, hasret insanı pişirir. İnsanı sevdiğine, hasret duyduğuna manevi olarak yakın eder, beraber eder. Onun gönlündekini almamıza vesile olur. Benliğimizin erimesine vesile olur. Bu, şer değil hayırdır. Onu artırmak gerekiyor. O arttıkça bir de bakarız ki o aşkımız, muhabbetimiz, hasretimiz perdeleri yakmıştır. Elbette ki Allah bunu görüyor ve bunu biliyor.
Bu manevi sevgi olduğundan dolayı Allah ile aramızdaki perdeleri kaldırmıştır. Mecazi sevgiler ise insanı kendi kendisinden, maneviyatından perdeler. İkisi birbirinden farklıdır. Biri aradaki perdeleri kaldırır, Allah’a yaklaştırır; öteki ise tam tersi Allah’tan uzaklaştırır. Buna sevinmek lazım, şükretmek lazım.
Allah mutlaka muameleyi en güzel yapandır. Onun muamelesini de sevmek lazım. Ne demişti Yunus Emre; “hamdım, piştim, yandım.” İnsan önce hamdır, sonra pişer. Ateş olmayınca pişer mi? -Aşk ateşi olmadan, muhabbet olmadan, hasret olmadan pişmek mümkün değildir. Sonra aşk onu pişirir. Daha sonra yanar. O aşk onu yakar, benliğini yakar, Allah ile arasındaki perdeleri yakar. Bu gereklidir, lazımdır. Bu bir derttir; ama bu derdin dermanı da kendisidir. Hem dert hem de dermanın kendisidir. Derdimize derman olan da o aşk, o muhabbet, o hasrettir. Allah mübarek etsin diyoruz.