X
Kaynak

İnsan, Rabbini nefsiyle mi kalbiyle mi sevdiğini nasıl anlar?
Genişlet
Tarih: 21 Aralık 2015
Kategori: İman
3,261 Kez İzlendi
6 Beğeni
Favorilere Ekle
Soru
İnsan, Rabbini nefsiyle mi kalbiyle mi sevdiğini nasıl anlar?
Sorunun Orijinali
İnsan, rabbini nefsiyle mi yoksa kalbiyle mi sevdiğini nasıl anlar?
Cevap
+Büyüt-Küçült

İki türlü sevgi vardır; biri nefsani sevgi diğeri de ruhani sevgidir. Birinde nefis ile sevilir, ötekinde ise gönül ve ruh ile sevilir. Allah ayette buyuruyor: ’’Nefahtu fihi min rûhî’’[1]  “Size kendi ruhumdan üfledim.”

Rabbimizi ruhumuzla seviyoruz; çünkü ruh sahibini, rabbini istiyor. Nefis ise kendisi için faydalı gördüğü, kendisine lazım olan şeyleri yani dünyaya ait olan şeyleri seviyor.

Nefis; bedenin ürettiği, aklın ürettiği bir varlıktır. Nefsimizi ruhumuzun üzerine bir elbise gibi giydirmişizdir.

Nefsimizle sevdiğimizde kendimizi sevdiğimiz şeyin sahibi olarak görürüz;  ama ruhumuzla sevdiğimizde kendimizi sevdiğimiz şeye ait görürüz. Rabbini nefsiyle seven kişi; “Allah bana aittir, din bana aittir, ben doğru yapıyorum, kim benim gibi yaparsa doğru yapmıştır, benim gibi yapmazsa yanlış yapmıştır” demiş olur. O kişi kendi kendini beğenmiş olur;  dolayısıyla cemaatini, mezhebini, tarikatını beğenir. Sevdiklerinin dışındakileri ise reddeder.

Nefsiyle sevenlere Allah ikram etmediğinde, onları imtihana tâbi tuttuğunda hemen isyan eder, itiraz ederler.  Ruhuyla sevenler ise kendilerine ait bir şey olmadığından Allah’ın kulu olduklarını bilir, Allah ile nazar eder ve Allah’tan nazar ederler.  ‘’Allah neyi söylemişse doğru odur, hak odur.’’ derler.  ‘’ Bence’’ demez,  ‘’Bana göre’’ demezler. Kendilerini İslam dairesinde görür, rablerinin kendileri için vahyettiği Kur’andan kana kana içer, içmeye davet ederler.  

Allah, ayeti kerimede buyurdu: ‘’Allah’ın kelimeleri, ağaçlar kalem olsa denizler mürekkep olsa (yazmakla) bitmez ...’’[2] Kişi bir deryadan, bedeninin alabildiği ölçüde içebilir ve içebildiği kadarıyla da içmeye davet eder. O kişi;        “Derya bende, hepsini içtim, anladım.” demez.

Kul, Allah’ı ruhuyla severse bu sevgisi ona imanı kazandırır; ama nefsiyle severse o zaman da Allah’tan uzaklaşır. Kişi Allah’ı nefsiyle sevemez; çünkü sevdiği şey aslında kendi nefsidir.

Allah ayeti kerimede buyuruyor: ‘’İnsanlardan öylesi var ki Allah onlara ikram ettiğinde ‘rabbim bana ikram etti.’ der; ama Allah o ikramı biraz kısarsa ya da onu bir imtihana tâbi tutarsa ‘rabbim bana ihanet etti (ben bunu hak etmemiştim, Allah bana yanlış yaptı.)’ der.’’[3]  Böyle düşünenler mü’min değildirler. Allah bir başka ayette buyuruyor: ‘’İnsanlardan bir kısmı var ki kenarından köşesinden Allah’a kulluk eder. Onlara bir nimet verdiğimizde aynı şekilde şükrederler, imtihana tâbi tuttuğumuzda da isyan ederler.’’[4]

Rabbini ruhuyla seven kişiye Allah nasıl bir muamelede bulunursa bulunsun o kişi; ‘’Rabbim Allah’tır. O, Rahman ve rahimdir, hayrdır, vedudtur, o beni seviyor, bana rahmetiyle muamele ediyor, ikram ettiği de hayrdır.’’ der. Böyle söyleyen bir kişi rabbini bilir, onu tanır. Allah’ın vahyi karşısında bir kul olarak, âbd olarak nasıl durması gerektiğini bilir ve Allah’ın muamelesi karşısında boynunu büker. Bu muameleyi kendisi için hayr olarak görür ve buna iman eder, kendisinde Allah’a itiraz etme hakkı ve gücünü bulamaz. Ne olursa olsun o kişi rabbine karşı secdede ve rükûdadır. “İşittik ve itaat ettik, rabbim hakkı ve hayrı söylemiştir, bana yaptığı her muamele hayrdır, haktır ve onun rahmetidir” der.

Allah’ı ruhuyla sevenler, Allah’ın kullarında hata, kusur aramazlar. O kişi rabbiyle o kadar bütünleşmiştir ki rabbine bakmaktan, rabbini görmekten ne insanları ne de kendini göremez. Her anda rabbinin hesabını yapar ve onun hesabının derdindedir. “İnsanlar şöyle yaptı, böyle yaptı.” deyip dedikodu yapmaz, iftira atmazlar. “Nasıl yaparım da rabbimin rızasını, sevgisini kazanırım? “ derdindedirler. Ruhun, manevi olarak böyle bir hali vardır. Onlar sadece rablerini sever, rablerinden başka tarafa dönemez, bakamaz, meşgul olamazlar. Meşgul olunca kendilerini kirlenmiş gibi hissederler. Allah’ın ayeti kerimede buyurduğu gibi: ‘’Nerede olursanız olun, ister tek başınıza, ister başkalarıyla beraber olun,  Allah’ın huzurunda olduğunuzu unutmayın!’’[5]  

Allah’ı ruhuyla seven kişi, Allah’ın nefhettiği ruhu tattığı için her hâlükârda Allah ile beraberdir.  ‘’…Ne yana dönersen dön rabbinin vechi oradadır…’’[6] ayeti o kişide imana ve ahlaka dönüşmüştür. O kul, rabbini unutmaz, her an rabbinin hesabını yapar. Allah, ayeti kerimede buyuruyor: ‘’…O,  size şah damarınızdan daha yakındır.’’[7] Kul, rabbini tıpkı bu ayette belirtilen yakınlıkla tadar. Kendini rabbinin huzurundaymış gibi hisseder, bütün güzelliğin ve Esmau’l Husnanın rabbine ait olduğunu bilir; rabbinin aşkını, muhabbetini, güzelliğini tadar.  Böyle bir kişi Allah’ın: ‘’Bütün iyilikler, güzellikler size Allah’tan; bütün kötülükler kendi nefsinizdendir...’’[8] ayetine iman etmiştir.

Allah’ı ruhuyla seven, Hz. İnsan olmuştur; ama nefsiyle seven nefsinin mağarasında boğulmuş, benliğini ruhunun önüne koymuş, Allah’ın güzelliğinin tecellisini kaybetmiş ve o güzelliği perdelemiştir; bundan dolayı o kişi diğer insanlara nefsiyle saldırır. Sadece birkaç ayeti alıp bunu Kur’an’ın bütününün önüne koyar, onu din zanneder. Allah’ın kulları üzerindeki, hayat üzerindeki muradını göremez, anlayamaz, bilemez.

Kur’an’ın bütününe iman edenler içinse Allah: ‘’Siz öyle kimselersiniz ki (öyle müminlersiniz ki) o ehli kitap -Yahudiler ve Hristiyanlar-  sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz…’’[9] buyurdu.

Allah neden böyle söyledi?  

- Çünkü mü’minler, bütün kitaplara iman ederler. Bütün kitapların Allah’ın kitabı olduğunu, bütün kulların Allah’ın kulu olduğunu, bütün nebilerin, resullerin Allah’ın nebisi, resulü olduğunu bilir. Bütün insanların, Allah’ın yeryüzündeki halifesi olduğuna iman etmiştirlerdir. Onlar, birkaç ayete değil kitabın bütününe iman etmişlerdir.

 Allah’ın indirdiği ayetlerin yanı sıra kâinattaki ay ayetine, güneş ayetine, gök ayetine, yer ayetine, insan ayetine, ağaç ayetine iman etmişlerdir. Her şeyin Allah’ın kudretinde olduğunu, ona ait olduğunu, hepsinin insanın hizmetine verildiğini ve insanın da Allah’a âbd olmak için yaratıldığını bilir, görür ve bunu tadarlar.  

Nefis itibarıyla sevmek ve ruh itibarıyla sevmek birbirinin tersidir. Kişi nefis itibarıyla sevdiğinde bu sevgisi sahte, hali ise münafıklık halidir. Ruh itibarıyla sevince de bu sevgi, gerçek bir sevgi olur.

Bilmediğini bilenler, o bilmediklerini mutlaka bir gün öğrenme imkanına sahiptirler. İman etmeyenler de iman etmediklerini biliyorlarsa iman etme imkanına sahiptirler; ama iman etmediği halde iman ettiğini zannediyorlarsa hiçbir zaman iman etme imkanına sahip olamazlar.  

Kişi, bilmediğini bilmiyorsa o bilmediği şeyi öğrenme imkanına da sahip olamaz. Onun için kulun; ‘’Ben bilmiyorum, Allah biliyor.’’ deyip Allah’ın kendisine bildirdiğini öğrenmeye, anlamaya yani Allah’ın ilk emri olan okumaya çalışması gerekir.  Kişinin; Allah’ın vahyini, kitabını, peygamberlerini, insanı, varlığı, imtihanı kısacası her şeyi okumaya çalışması gerekir.

 

 
 


[1] Hicr/ 29




[2] Lokman/ 27




[3] Fecr/ 15/16




[4] Hacc/ 11




[5] Sebe /46; Hadîd /4




[6] Bakara/ 115




[7] Kaf/ 16




[8] Nîsa/ 79




[9] Âli İmrân/ 119

Yorumlar
Yorum Yok
Yorum Yaz
Şimdi Gönder
Bize Ulaşın
Hakkımızda
Diyar tv

iletisim@soruvesorunlar.com

0312 336 70 48

Unutmayın;

"Cevabı olmayan hiçbir soru yoktur"

Muhammed Hüseyin (R.A)

Bu proje bir

soruvesorunlar.com 2015