X
Kaynak

Bir mürşid-i kamile tabi değilim; kendimce zikir çekiyorum. Bunda bir sakınca var mıdır?
Genişlet
Tarih: 03 Ekim 2015
Kategori: İman
4,963 Kez İzlendi
2 Beğeni
Favorilere Ekle
Soru
Bir mürşid-i kamile tabi değilim; fakat 489 adet ya Fettah 308 adet ya Rezzak 129 adet ya Latif 20 adet ya Vedud zikrini çekiyorum. Bunda bir sakınca var mı yahut siz bana çekeceğim bir zikir dersi verir misiniz? Ben; Kur'an meali, hadis siyer okuyordum ama sizi tanıdıktan sonra hiçbir bilgim olmadığını anladım, sıfırlanıp size tabi olmak istiyorum, bunun için ne yapabilirim?
Sorunun Orijinali
ÇEŞİTLİ ZİKİRLER ÇEKİYORUM, BİR MÜRŞİDİ KAMİLE TABİ DEĞİLİM, BUNDA BİR SAKINCA VAR MI? SİZ BANA DERS VERİR MİSİNİZ? HOCAM BEN KUR’AN OKUYORDUM, HADİS OKUYORDUM, SİYER OKUYORDUM, SİZİ TANIDIKTAN SONRA HİÇBİR BİLGİMİN OLMADIĞINI ANLADIM. SIFIRLANIP SİZE TABİ OLMAK İSTİYORUM. BUNUN İÇİN NE YAPABİLİRİM?
Cevap
+Büyüt-Küçült

Kendi kendimize böyle zikirler okumak, belli sayılarda Allah’ın isimlerini zikretmek doğru bir davranış değildir; ama el Esmau’l Husna’nın hepsini baştan sona tekrar tekrar okuyabiliriz. Bununla beraber sadece bazı isimleri zikretmek de doğru ve yeterli değildir.

Yapılması gereken şey nedir?

Tek tek her bir ismin üzerinde düşünüp, tefekkür edip anlamaya çalışmak gerekir ki rabbimizi tanımak için bir çabamız, gayretimiz ve derdimiz olmuş olsun. Allah kendini o isimlerle bize tanıtır.

Mürşidi olmayan hiç kimse yoktur! Eğer kişinin mürşidi yoksa bilsin ki “mürşidim yok” demesi doğru değildir.

Neden doğru değildir?

Herkesin bir veya birkaç mürşidi mutlaka vardır. Hayatımızda kendimize kimi örnek almışsak, kime uyuyorsak onu kendimize mürşit olarak kabul etmişiz demektir. Diyelim ki; bir konuda birini örnek alıyoruz, başka bir konuda başka birini örnek alıyoruz bu durumda bizim birkaç mürşidimiz var demektir. Kimi kendimize örnek alır, kimin gibi olmaya çalışırsak, onun yolunda yürürüz ve o bizim mürşidimiz olmuş olur. Onun için kimse “benim mürşidim yok” diyemez.

Hayatı yaşarken hayatı birbirimize mutlaka miras bırakırız. Öncekiler kendi hayatlarını bize miras bıraktılar, biz de sonrakilere hayatımızı miras bırakacağız.

 

Biz öncekilere uymaya çalışırken kim hakta ve kim doğru yaparsa biz de kendimizce onu yapmaya, ona uymaya çalışır, bir tercih yapıp birilerini kendimize mürşit ediniriz. Eğer bu mürşit diri değilse, bize her anda yolu gösteremezse, göstermezse, Allah’ın gazabı nerde, rahmeti nerededir bunu bilmezse ve bu konuda bize yardımcı olmazsa, Allah’a yürürken bizim için neyin gerekli olduğunu öğretmezse, öğretemezse bu durumda biz kendi başımıza kalmışız,  şeytanla baş başa kalmışız demektir.

Allah ayeti kerimede; “Allah’ın delalette bıraktığı kimseye, delalette olanlara veli olan mürşidi bulamazsın”[1]buyurur. Onlara veli olan mürşidi bulamazsın dedi. O kişinin veli olan mürşidi olmadığı için o, delalette kalmıştır. Kimse ona yardım edemez dedi. Dolayısıyla önce veli olan mürşidi kabul etmek gerekir.

Geriye kalan mürşitler nedir peki? -Veli olmayan, Allah’a dost olmayan, Allah’ın dostluğuna değil de başka şeylerin dostluğuna davet eden mürşitler demektir.

Mürşidi olmayan kimse yoktur, herkesin mürşidi vardır. Mürşit; rüştüne erdiren, reşit hale davet edip kendisine tâbi olanı büyüten demektir. Bir çocuk doğduğu andan itibaren annesi ve babası ona mürşitlik yapar. Zahiri olarak çocuğunu büyütürken, manevi olarak da öğretir; ama manevi olarak büyümeyi ve büyütmeyi gerçek veli olan mürşide bırakmak gerekir. O yoksa işimiz kendimize kalmış, nefsimize kalmıştır; dolayısıyla bizim veli olmamız, Allah’a dost olmamız mümkün olmaz; Allah, Allah’a dost olma imkânını her kula tanır.

Mürşidi kabul etmek demek; “ben de onun gibi olmak istiyorum” demektir. Zaten anne ve babalar çocuklarına; “benim gibi ol, benim gibi yap, ben senin için örneğim” der. Mürşit de, Allah yolunda ve Allah’a kulluk yolunda “ben Allah’a böyle kul oluyorum, siz de böyle kul olun” deyip kişiye mürşitlik yapar, yolu gösterir, onu taşır ve ona yardım eder.

Kişinin mürşidi olmayınca, önünde bir örneği olmayınca mutlaka kendine başka örnekler edinir; çünkü hayat boşluk kabul etmez. Kişi mutlaka hem dünyası hem de ahireti için birilerini örnek almak, mürşit edinmek zorundadır. “Benim mürşidim yok, ben mürşidi kâmile tâbi olmam” veya “mürşide ihtiyaç yok” diyenlerin mutlaka üç beş tane mürşidi vardır. Hem de veli olmayan mürşidi vardır ve o, mürşidini kendisi seçmiştir.

Bir, Allah’ın seçtiği mürşit vardır bir de insanın kendi kendine seçtiği mürşidi vardır. Yanlış yere gidenler de kime tâbi olmuş ve kimi kabul etmişse o onun mürşidi olmuştur. Yapılması gereken şey; gerçek bir mürşidi kâmile tâbi olmak, onunla beraber kulluğu öğrenmek, rabbimizi tanımak ve anlamaktır, kendimizi ve hayatı tanıyıp anlamaktır, kulluğu anlayıp gereğini yerine getirmeye çalışmaktır. Allah’a dostluğu anlayıp o dostluğu kazanmaya çalışmaktır. Hayatın gayesi budur. Gaye, Allah’a âbd olmaksa bu böyledir.

Kişinin âbd olmayı, âbd olanı bilmemesi, görmemesi, onunla beraber olmaması, “ben kendi kendime yaparım” demesi kendi kendini kandırması ve kibirlenmesidir.

Evet, inşallah kardeşimiz gereğini yapar. Allah ikram eder ve bilmek isteyene mutlaka öğretir. Onun için söylüyoruz; eğer biri bilmediğini biliyorsa, onun öğrenme imkânı vardır. Aynı şekilde eğer iman etmediğini biliyorsa iman etme imkânı da vardır; ama kişi bilmiyorsa bununla beraber bildiğini zannediyorsa onun bilme imkânı yoktur; çünkü bildiğini zannediyor, iman etmemiş, imanı inanmak olarak anlamış, dolayısıyla onun iman etme imkânı da yoktur. Kişi, inanmanın iman olmadığını anlar ve imanı; Allahtan, ayetlerden, hadisten öğrenip anlarsa iman etme imkânı olur.

Onun için hakkı olduğu gibi kabul etmek, “Allah ne dediyse o, resulü ne dediyse o” demek gerekir, bize göre değil! Şimdiye kadar herkes böyle söylemiş diyemeyiz. “Şimdiye kadar herkes böyle söylemiş; ama bak Allah da böyle söylemiş” demek gerekir. Herkesin dediğini mi kabul ediyorsun, yoksa Allah’ın dediğini mi kabul ediyorsun?

Allah ayeti kerimede; “insanlardan öylesi var ki Allah’ı sever gibi başkalarını severler; oysaki mü’minlerin Allah’a olan muhabbetleri çok şiddetlidir”[2]buyurur. Çok şiddetli muhabbet; aşk demektir. Hem Allah’ı sevsek hem de birilerini, bir şeyleri Allah’ı sever gibi sevsek Allah bizi mü’min olarak kabul eder mi? -“Etmem” dedi. Allah, çok şiddetli muhabbete sahip olanlar mü’mindir dedi. Allah’a sadece inanırsak mü’min değiliz demektir. Bu, iman değildir, Allah’a bu şekilde iman etmiş olmayız.

İmanın; muhabbet olduğunu, aşk olduğunu ve Allah’a her şeyini, canını feda etmek olduğunu bilmek ve bunu böyle anlamak gerekir. Eğer Allah’ı canımızdan çok sevmezsek canımızı feda edemeyiz!

Sahabe canını feda ettiyse bu, Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’i her şeyden çok sevdikleri içindir. İnsan sevmeyince odun gibi olur ve ondan bir şey meydana gelmez. Bununla beraber sevgisi, imanı onu yürütmüyorsa, Allah yolunda koşturmuyorsa o iman da iman değildir.

Allah ayeti kerimede; “…iman etmeyenler veya imanlarından bir fayda görmeyenler…”[3]diye buyurur. Kişi seviyorum deyip bu sevgisinden bir fayda görmez; yani imanı onu Allah yolunda koşturmaz, cennete, Allah’a koşturmazsa bu durumda o kişi imanından fayda görmedi demektir. Allah bizi imanından fayda görenlerden eylesin!

 


[1] Kehf/ 17
[2]Bakara/165
[3] Enam/158

Yorumlar
Yorum Yok
Yorum Yaz
Şimdi Gönder
Bize Ulaşın
Hakkımızda
Diyar tv

iletisim@soruvesorunlar.com

0312 336 70 48

Unutmayın;

"Cevabı olmayan hiçbir soru yoktur"

Muhammed Hüseyin (R.A)

Bu proje bir

soruvesorunlar.com 2015